6 Ağustos 2013 Salı

Milliyet Blog, Blogcu, Onpunto ve Blogger

Bu 4 blogda da yazıyorum. Hatta, eskiden yapmazdım, şimdi aynı yazıyı, geri besleme bilgi kazanmak için Türkçe olan 3’üne de koyuyorum ve 3’ünde de 5 benzemez tepkiler alıyorum.

Milliyet Blog’u günde 50.000, Blogcu’yu 600.000, onpuntoyu 20.000 kişi ziyaret ediyor.

Milliyet Blog’da sayfa tıklanma sayım, tüm yazılarımın toplam okunma sayısının 7 katı. Blogcu’da yazılarımın okunma sayısı, ana sayfa tıklanma sayımın 2,5 katı. (Bu çok önemli bir terslik.) Onpunto istatistik vermiyor.

Ciddiyet açısından, Onpunto’daki 20-30 yazar, bugün gazetelerdeki baş köşelerdeki tüm yazarlar kadar iyi. En gevşek, en kalabalık olduğu için Blogcu, siyaset konusunda günde en çok 20 yazı geliyor; bunu o alana girince metinlerin girilme zamanlarının gösterilmesinden anlıyoruz. Milliyet Blog ortada kalıyor.

Benim gibi 3 blogda da yazanlar da var.

Buluşma merakı, Milliyet Blog gibi, Onpunto’da da var ama Blogcu’da herhangi bir çağrıya raslamadım.

Bu 3’ü Türkiye’nin en büyük blogları, dolayısıyla Türkiye’nin potansiyel yazarları konusunda düşünce sahibi olabiliyoruz.

Herhangi bir blog yazısı, kendi bakış açıma göre, pek pek lise son öğrencisinin yazacağı Türkçe zenginliğine sahip, kesinlikle üniversite mezunu birisinin yazması gereken düzeyde değil hemen hiç kimse. Ayrıca intihal olan var, metnin tamamına yakını ‘kes-yapıştır’ olan var.

En sonul anlamıyla bakarsak:

Bu bloglardan yeni yazar çıkar mı?

Bence çıktı bile ama onlar da daha önce çıkan matbu kitaplı yazarlar gibi, Türkiye gibi kültür çölü bir ülkede yaşamanın gerçeğine kafalarını çarpacaklar.

Burada en önemli olan nokta şu:

10.000 küsur kez okunan bir metnim var. Ben onu, tıpkı bir müzik parçası gibi, tanesi 1 YTL’den satmaya kalksam, hiç kimse almaz. Hem blog okurluğu ve yazarlığı, gelip geçici bir moda (e gruplar gibi onun da modası geçecek, zaten bırakan yazar sayısı bolglarda epeyi kalabalık, çünkü örneğin Blogcu’da yazar başına metin sayısı 7 civarında 2 yıldır takılı kaldı), hem de 50 köşe yazarı içeren bir gazete 50 YKR.

İnternetin ve blogların kişilerin hoşgörüsünü arttırdığı düşüncesi bir yanılsama. Farklı düşünceleri dinleme tahammülsüzlüğü had safhada. Bu 3’ü dışında bir de ateist blogum var, Müslümanlar doğrudan ana avrat küfrediyorlar.

Bloglara ağırlık vermeye Milliyet Blog’la başladım. Orada tek ve dar bir hedef koydum: Gelecekbilim konusunu Türkiye halkına tanıtmak. Sonuçta 550.000 küsur kişi artık en azından bu sözcüğü biliyor.

Blogcuyu, ilk hedefimden sapıp, para verilerek satın alınmayacağını sandığım, gerçek günlüklerimi yayınlamak için kullanıyorum. Eğer, ayarlayabilirsem, onyıllarca orada yazılarım sürecek.

Onpunto ise, en sansürsüz, en ciddi, en cesur ama yine de global neo-liberalizmin gerektirdiği geniş vizyonlu, hesabını kitabını doğru dürüst tutan ve atak entellektüelleri yeteri sayıda içermiyor. İzleyebildiğim kadarıyla, hiçbir internet sitesi içermiyor. Her yerde tipik alaturkalık var: Yazarla okur halvet olup, dış dünyaya kapanıyorlar. Oysa, benim savladığım faşistlerle ve engizitörlerle aşık atmak. Dinsizin hakkından imansız olarak gelmek. En az düşmanın kadar güçlü tezli olmak.

Tabii bir de asıl sorun var: 15 milyon küsur üyeli, daha çok İngilizce ağırlıklı, global blog sitesi Blogger. Orada da 3 ayrı konuda blogum var ama çok yıl İngilizce eğitim aldığım halde, nitelikli ingilizce yazmayı beceremiyorum. Oysa asıl blog ligi orası. Çok basit: Türkçe bloglarda yarattığım yeni sözcükler için hiçbir tepki almadım ama ‘poliyalektik’ sözcüğü için, ‘kuadralektik’ sözcüğünü yaratan kişiden mesaj aldım. Yani, her ne söyleyecekseniz, Türkiye hakkında bile, bunu buradaki mahalle arasına değil, tüm dünyaya söylüyor olabilmeniz gerekli. Doğru söz hedefini buluyor. Örneğin, ben bugün becerebilsem, son 2 metnimi (‘7 Senaryo’ ve ‘7 Sorun’) İngilizce yayınlamak isterim, çünkü onun muhatabı o okur (Yankiler’i kastediyorum), buradakiler değil.

Sonuç: Kafayı kuma gömünce, popo açıkta kalıyor. Sen eşek olursan, semer vuran da çok oluyor. Bloglar aracılığıyla bu kısırdöngüyü kırmanın zamanı geldi de geçti bile...


(21 Ekim 2007)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder