Bu 4 blogda da
yazıyorum. Hatta, eskiden yapmazdım, şimdi aynı yazıyı, geri besleme bilgi
kazanmak için Türkçe olan 3’üne de koyuyorum ve 3’ünde de 5 benzemez tepkiler
alıyorum.
Milliyet Blog’u günde
50.000, Blogcu’yu 600.000, onpuntoyu 20.000 kişi ziyaret ediyor.
Milliyet Blog’da
sayfa tıklanma sayım, tüm yazılarımın toplam okunma sayısının 7 katı. Blogcu’da
yazılarımın okunma sayısı, ana sayfa tıklanma sayımın 2,5 katı. (Bu çok önemli
bir terslik.) Onpunto istatistik vermiyor.
Ciddiyet açısından,
Onpunto’daki 20-30 yazar, bugün gazetelerdeki baş köşelerdeki tüm yazarlar
kadar iyi. En gevşek, en kalabalık olduğu için Blogcu, siyaset konusunda günde
en çok 20 yazı geliyor; bunu o alana girince metinlerin girilme zamanlarının
gösterilmesinden anlıyoruz. Milliyet Blog ortada kalıyor.
Benim gibi 3 blogda
da yazanlar da var.
Buluşma merakı,
Milliyet Blog gibi, Onpunto’da da var ama Blogcu’da herhangi bir çağrıya
raslamadım.
Bu 3’ü Türkiye’nin en
büyük blogları, dolayısıyla Türkiye’nin potansiyel yazarları konusunda düşünce
sahibi olabiliyoruz.
Herhangi bir blog yazısı,
kendi bakış açıma göre, pek pek lise son öğrencisinin yazacağı Türkçe
zenginliğine sahip, kesinlikle üniversite mezunu birisinin yazması gereken düzeyde
değil hemen hiç kimse. Ayrıca intihal olan var, metnin tamamına yakını
‘kes-yapıştır’ olan var.
En sonul anlamıyla
bakarsak:
Bu bloglardan yeni
yazar çıkar mı?
Bence çıktı bile ama
onlar da daha önce çıkan matbu kitaplı yazarlar gibi, Türkiye gibi kültür çölü
bir ülkede yaşamanın gerçeğine kafalarını çarpacaklar.
Burada en önemli olan
nokta şu:
10.000 küsur kez
okunan bir metnim var. Ben onu, tıpkı bir müzik parçası gibi, tanesi 1 YTL’den
satmaya kalksam, hiç kimse almaz. Hem blog okurluğu ve yazarlığı, gelip geçici
bir moda (e gruplar gibi onun da modası geçecek, zaten bırakan yazar sayısı
bolglarda epeyi kalabalık, çünkü örneğin Blogcu’da yazar başına metin sayısı 7
civarında 2 yıldır takılı kaldı), hem de 50 köşe yazarı içeren bir gazete 50
YKR.
İnternetin ve
blogların kişilerin hoşgörüsünü arttırdığı düşüncesi bir yanılsama. Farklı
düşünceleri dinleme tahammülsüzlüğü had safhada. Bu 3’ü dışında bir de ateist
blogum var, Müslümanlar doğrudan ana avrat küfrediyorlar.
Bloglara ağırlık
vermeye Milliyet Blog’la başladım. Orada tek ve dar bir hedef koydum:
Gelecekbilim konusunu Türkiye halkına tanıtmak. Sonuçta 550.000 küsur kişi artık
en azından bu sözcüğü biliyor.
Blogcuyu, ilk
hedefimden sapıp, para verilerek satın alınmayacağını sandığım, gerçek
günlüklerimi yayınlamak için kullanıyorum. Eğer, ayarlayabilirsem, onyıllarca
orada yazılarım sürecek.
Onpunto ise, en
sansürsüz, en ciddi, en cesur ama yine de global neo-liberalizmin gerektirdiği
geniş vizyonlu, hesabını kitabını doğru dürüst tutan ve atak entellektüelleri
yeteri sayıda içermiyor. İzleyebildiğim kadarıyla, hiçbir internet sitesi
içermiyor. Her yerde tipik alaturkalık var: Yazarla okur halvet olup, dış
dünyaya kapanıyorlar. Oysa, benim savladığım faşistlerle ve engizitörlerle aşık
atmak. Dinsizin hakkından imansız olarak gelmek. En az düşmanın kadar güçlü
tezli olmak.
Tabii bir de asıl
sorun var: 15 milyon küsur üyeli, daha çok İngilizce ağırlıklı, global blog
sitesi Blogger. Orada da 3 ayrı konuda blogum var ama çok yıl İngilizce eğitim
aldığım halde, nitelikli ingilizce yazmayı beceremiyorum. Oysa asıl blog ligi
orası. Çok basit: Türkçe bloglarda yarattığım yeni sözcükler için hiçbir tepki
almadım ama ‘poliyalektik’ sözcüğü için, ‘kuadralektik’ sözcüğünü yaratan
kişiden mesaj aldım. Yani, her ne söyleyecekseniz, Türkiye hakkında bile, bunu
buradaki mahalle arasına değil, tüm dünyaya söylüyor olabilmeniz gerekli. Doğru
söz hedefini buluyor. Örneğin, ben bugün becerebilsem, son 2 metnimi (‘7
Senaryo’ ve ‘7 Sorun’) İngilizce yayınlamak isterim, çünkü onun muhatabı o okur
(Yankiler’i kastediyorum), buradakiler değil.
Sonuç: Kafayı kuma
gömünce, popo açıkta kalıyor. Sen eşek olursan, semer vuran da çok oluyor.
Bloglar aracılığıyla bu kısırdöngüyü kırmanın zamanı geldi de geçti bile...
(21 Ekim 2007)