6 Ağustos 2013 Salı

Milliyet Blog, Blogcu, Onpunto ve Blogger

Bu 4 blogda da yazıyorum. Hatta, eskiden yapmazdım, şimdi aynı yazıyı, geri besleme bilgi kazanmak için Türkçe olan 3’üne de koyuyorum ve 3’ünde de 5 benzemez tepkiler alıyorum.

Milliyet Blog’u günde 50.000, Blogcu’yu 600.000, onpuntoyu 20.000 kişi ziyaret ediyor.

Milliyet Blog’da sayfa tıklanma sayım, tüm yazılarımın toplam okunma sayısının 7 katı. Blogcu’da yazılarımın okunma sayısı, ana sayfa tıklanma sayımın 2,5 katı. (Bu çok önemli bir terslik.) Onpunto istatistik vermiyor.

Ciddiyet açısından, Onpunto’daki 20-30 yazar, bugün gazetelerdeki baş köşelerdeki tüm yazarlar kadar iyi. En gevşek, en kalabalık olduğu için Blogcu, siyaset konusunda günde en çok 20 yazı geliyor; bunu o alana girince metinlerin girilme zamanlarının gösterilmesinden anlıyoruz. Milliyet Blog ortada kalıyor.

Benim gibi 3 blogda da yazanlar da var.

Buluşma merakı, Milliyet Blog gibi, Onpunto’da da var ama Blogcu’da herhangi bir çağrıya raslamadım.

Bu 3’ü Türkiye’nin en büyük blogları, dolayısıyla Türkiye’nin potansiyel yazarları konusunda düşünce sahibi olabiliyoruz.

Herhangi bir blog yazısı, kendi bakış açıma göre, pek pek lise son öğrencisinin yazacağı Türkçe zenginliğine sahip, kesinlikle üniversite mezunu birisinin yazması gereken düzeyde değil hemen hiç kimse. Ayrıca intihal olan var, metnin tamamına yakını ‘kes-yapıştır’ olan var.

En sonul anlamıyla bakarsak:

Bu bloglardan yeni yazar çıkar mı?

Bence çıktı bile ama onlar da daha önce çıkan matbu kitaplı yazarlar gibi, Türkiye gibi kültür çölü bir ülkede yaşamanın gerçeğine kafalarını çarpacaklar.

Burada en önemli olan nokta şu:

10.000 küsur kez okunan bir metnim var. Ben onu, tıpkı bir müzik parçası gibi, tanesi 1 YTL’den satmaya kalksam, hiç kimse almaz. Hem blog okurluğu ve yazarlığı, gelip geçici bir moda (e gruplar gibi onun da modası geçecek, zaten bırakan yazar sayısı bolglarda epeyi kalabalık, çünkü örneğin Blogcu’da yazar başına metin sayısı 7 civarında 2 yıldır takılı kaldı), hem de 50 köşe yazarı içeren bir gazete 50 YKR.

İnternetin ve blogların kişilerin hoşgörüsünü arttırdığı düşüncesi bir yanılsama. Farklı düşünceleri dinleme tahammülsüzlüğü had safhada. Bu 3’ü dışında bir de ateist blogum var, Müslümanlar doğrudan ana avrat küfrediyorlar.

Bloglara ağırlık vermeye Milliyet Blog’la başladım. Orada tek ve dar bir hedef koydum: Gelecekbilim konusunu Türkiye halkına tanıtmak. Sonuçta 550.000 küsur kişi artık en azından bu sözcüğü biliyor.

Blogcuyu, ilk hedefimden sapıp, para verilerek satın alınmayacağını sandığım, gerçek günlüklerimi yayınlamak için kullanıyorum. Eğer, ayarlayabilirsem, onyıllarca orada yazılarım sürecek.

Onpunto ise, en sansürsüz, en ciddi, en cesur ama yine de global neo-liberalizmin gerektirdiği geniş vizyonlu, hesabını kitabını doğru dürüst tutan ve atak entellektüelleri yeteri sayıda içermiyor. İzleyebildiğim kadarıyla, hiçbir internet sitesi içermiyor. Her yerde tipik alaturkalık var: Yazarla okur halvet olup, dış dünyaya kapanıyorlar. Oysa, benim savladığım faşistlerle ve engizitörlerle aşık atmak. Dinsizin hakkından imansız olarak gelmek. En az düşmanın kadar güçlü tezli olmak.

Tabii bir de asıl sorun var: 15 milyon küsur üyeli, daha çok İngilizce ağırlıklı, global blog sitesi Blogger. Orada da 3 ayrı konuda blogum var ama çok yıl İngilizce eğitim aldığım halde, nitelikli ingilizce yazmayı beceremiyorum. Oysa asıl blog ligi orası. Çok basit: Türkçe bloglarda yarattığım yeni sözcükler için hiçbir tepki almadım ama ‘poliyalektik’ sözcüğü için, ‘kuadralektik’ sözcüğünü yaratan kişiden mesaj aldım. Yani, her ne söyleyecekseniz, Türkiye hakkında bile, bunu buradaki mahalle arasına değil, tüm dünyaya söylüyor olabilmeniz gerekli. Doğru söz hedefini buluyor. Örneğin, ben bugün becerebilsem, son 2 metnimi (‘7 Senaryo’ ve ‘7 Sorun’) İngilizce yayınlamak isterim, çünkü onun muhatabı o okur (Yankiler’i kastediyorum), buradakiler değil.

Sonuç: Kafayı kuma gömünce, popo açıkta kalıyor. Sen eşek olursan, semer vuran da çok oluyor. Bloglar aracılığıyla bu kısırdöngüyü kırmanın zamanı geldi de geçti bile...


(21 Ekim 2007)

Neden Blog Yazıyorum?

Milliyet Blog’a gelmemin asıl nedeni, gelecekbilimle ilgili Türkçe’de yazılı kaynak yaratmaktı. Bunu da 700 küsur sayfayla becermiş durumdayım.

E gruplar, listeler, bloglarla 1998’den beridir haşır neşirim. Üstelik İngilizce’de de yazageldim. 11 Eylül 2001 ertesinde ABD’lilere sıkı şoklar yaşatmış olduğumu anımsıyorum.

İnternette yazmaya özel bir eğilimim yok. 1984’ten beridir matbu olarak yayınlanıyorum. Sevgili editörler, genelde 3. yazımda mızıkçılık yapma yolunu seçtikleri için, matbu yol kapanınca, eskiden internet olmadığı sıralarda yaşadığım tıkanmayı yaşamamak için, interneti kullandım.

Türkçe olarak ilk kez 2001’de sürekli yazdım. Köşe yazıları babında. O site şimdi iptal.

Ağustos 2006’dan önce de, 4-5 blogda Türkçe ve İngilizce yazıyordum. Kendi sayfalarım da var.

Milliyet Blog bunlara bir artı-değer ve farklılık katmış oldu. Burada en çok okunan yazım, internette en çok okunan yazım değil. 7.000 kezin epeyi ötesinde okunmayı başka yerde gördüm.

Milliyet Blog’da gerçek kitleyle karşılaştım, asıl saptama bu. Epeyi yorumdan ve mesajdan anladığım ilk şey, dinlenmediğim oldu. Beni yaşamımda bir tek kişi dinledi, o da psikiyatristim ama gerçekten iyi dinledi. Buradakilerin sıkça yaşadığı üzere Rehaca, belli bir zekayı ve bilgiyi aşmayanlar için, kolayca deli saçması bulunabilecek şeyler içeriyor. Dahası 1.000 yeni sözcük var. Nedense kimse bir yazarı elinde sözlükle okumaya yanaşmıyor.

Bu dinlemeyen gerçek kitle bana yakın geleceğin vektör momentini gösterdi. Herhalde kendi yazdıklarından yeni birşeyler öğrenen nadir yazarlardan biriyim.

Sonracıma, son günlerde umduğum bir gelişme oldu. Anladığım kadarıyla Milliyet satılıyor. Alman bir medya grubuna veya Doğuş’a.

Bu durum, ta baştan buraya gelirken, editörlerin 3. yazımı yayınlamaması gibi, yazımı yayınlamış neredeyse tüm dergilerin yayın yaşamına son vermişliği gibi, biraz Süskind’in ‘Koku’sundakimsi bir şey. Gece gibi geçiyorum ve ardımda değişim bırakıyorum.

İşte bu nedenle burada yazmaya başladım ve sürdüm: Değişmek ve değiştirmek için...

Demokraside çareler tükenmez. Bu yol tükenir, başka yollar üretilir.


(24-25 Temmuz 2007)

Filifilikler

Milliyet Blog sevmeyi sevenlerle doldu taştı. Yakında, diğer yerli ve yabancı bloglara sevgi ihracatına başlayacağız.

Sevgili blogdaşlarım;

Faşizmin ve engizisyonun gırtlak boyu olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Böyle koşullarda sevgi olmaz. Olursa da, hastalıklı olur. Zaten ortamdaki sevgi de hastalıklı bir sevgi. Hani melodram romanlardaki imkansız aşklar gibi.

Sevgi, temel duygulardan biridir. Temel duyguların çoğu, öfke, nefret, korku, acı, üzüntü, vd olumsuzdur. Doğal olan da budur, çünkü insanlar olumsuz durumlardan öğrenerek evrilegeldiler. Yağmur suyu ve muzla, hiç mutsuz olmadan ve birbirini severek yaşayan insanlar da var ve 3 milyon yıldır aynı koşullarda yaşıyorlar. Bu durumda sevgiyi savunmak evrimsizliği savunmaktır.

Sevgi insanı daha zeki ve daha bilgili kılmaz. Daha iyi de kılmaz. MHP’liler ne diyor? ‘Ya sev, ya terket’.

Yani sevgi, bugün burada bu kültürde zararlı bir olgudur.

Ayrıca, sevmeyi sevenlerin sevmeyi değil de, sevilmeyi bekledikleri bilinen bir olgudur.

Sevgili filifiliklerim, burası arkadaş bulma sitesi değil, bir gazete sitesi.

Milliyet Blog’un son haftalardaki durumu, beni hem hayrete düşürüyor (editörler buna nasıl izin verdi, diye), hem de güldürüyor (buranın da modası geçeceği için, modaseverlerin yeni sitelere doğru kanat çırpmalarını seyrettiğim için).

Dilerim, gazetenin ve editörlerin değer yargılarının kırmızı çizgisini geçmemişimdir.


(17 Temmuz 2007)

Blogculuk 11


Artık limitlere varılmaya başlandı.

Gündelik okunan blog çeşidi 10.000 küsur civarında sabitlendi ama yazılan blog çeşidi her hafta 1.000 tane artmaya devam ediyor. (11 Mayıs 2007 günü 27.000 civarında blog olduğunu sanıyorum.)

Yazar sayısındaki artış da sabit gibi: Haftada 40 yeni yazar aramıa katılıyor gibi.

Bunların 4 anlamı var:

Bir: Blog ömrü yılları bulunca, blogda binlerce yazar olacak. Bu da birbirinden yalıtık okur-yazar altkümeleri demek. Başka örneklerde bu gözleniyor.

İki: Blogcu’daki 400.000 küsur gibi bir yazar sayısına asla ulaşılmayacak.

Üç: Bu ülkedeki insanlar, özellikle de üniversite ve üzeri eğitimliler, yazmanın gücünü, değerini, işlevini kavrayamıyorlar. Bir ülkede devrim yapmaya 100 tam-gerçek yazar yeter de artar bile. 84 yıllık Cumhuriyet’te 5.000 tane yazar çıkmamışken, bir anda yazarlık olanağı sağlanmış 1.500 küsur kişinin çoğu, bunu ‘hobi’ olarak yapıyor. Bu korkunç bir durum. Yazarak dünya değiştirilir, herkes dünyayı değiştirmek ister ama iş taşın altına elini koymaya gelince, gelsin havaya bakıp ıslık çalmalar.

Dört: Herşeyin böyle olması çok olağan. Yani bulunduğumuz durum, layık olduğumuz durumdur. Yakınmaya hakkımız yoktur. Oysa, birlerce kişi tüm yaşamlarını tarumar ederek, dişe diş mücadeleler verdi. Hiç olmazsa, onların yüzü suyu hürmetine biraz daha çaba diliyorum.

Bunların dışında, burası bir ‘hayvanat bahçesi’ demeyeyim, alınanlar olur, ‘nebatat bahçesi’ diyeyim. Devedikeninden kaktüse, inci çiçeğinden atatürk çiçeğine dek, her çeşit ıtır mevcut. Olmayan baharat çok ama son 50 yıllık kültür iklimi bizde çok sertti, çok çiçek açmadan yandı gitti. Onları burada saygı ile anarım.

Son siyasal gelişmeler gösterdi ki iktidar seçkinlerinin planları birebir tutmuyor. O nedenle, kağıttan mürekkepten azıcık olsun nasiplenen bizler, her nasıl bir Türkiye istiyorsak, onu yaratmak için yazmalıyız. Hoş, herkesin hayalinde farklı bir ülke var ama toplumsallık tüm hayallerin asgari müşterekte buluştuğu bir yerde gerçekleştirilebiliyor. Ben bir ütopyacıyım ama reel politikte beni asabilecek insanlarla birlikte çalışmaktan çekinmem, çekinmedim de.

Güzel bir gelecek için, hepinizi bir imeceye çağırıyorum yazar kardeşlerim.


(8-11 Mayıs 2007)

Seni Seviyorum Şeytan

Herkes Allah’ı sever, ben Şeytan’ı seviyorum: Seni seviyorum Şeytan:

Bana şeytanca bir zeka ve bilgi bahşettiğin için...

Beni 20 kere bedenen, 20 kere zihnen öldürdüğün için...

Beni bir o kadar daha öldüreceğin için...

Beni hala sağ bıraktığın için...

Beni hala sağ bırakacağın için...

200 kitap yazmama izin verdiğin için...

10.000 kitap okuyabildiğim içn...

5.000 film seyredebildiğim için...

Bir o kadarını değilse bile, yarısını daha becerebileceğim için...

Negatif şanslar yasasına bağlı kaldığın, oyunun kuralına ihanet etmediğin için...

Yaşamımda ilk kez madden ve manen artıya geçtiğim için...

Seni seviyorum Şeytan: Bana bu satırları yazdırabildiğin ve beni ağlatabildiğin ve seni ağlatabileceğim için...


(27 Eylül 2008)

Milliyet Blog Temmuz 2008 Bilançosu

“2008 Temmuz ayında 1.418.246 kişinin ziyaret ettiği sitemizde toplam 12.501.084 sayfa görüntülenmiş.”

(Kaynak: Milliyet Blog haftalık bülten: 13 Ağustos 2008.)

Aynı gün saat 17:30 itibarıyla: 81.478 kez  blog okundu, 21.801adet blog okundu, 157adet blog yazıldı.


Birinci istatistikte ay başına ve kişi başına görüntülenen ortalama sayfa sayısı: 8,8. (Bundan sonraki sayılar, ondalıkta birinci haneye yuvarlanmıştır.)

İkinci istatistikte gün başına ve kişi başına görüntülenen ortalama sayfa sayısı: 3,7.

Demek ki:

Bir kişinin bir ayda bloga girme sıklığı: 2,4.

Bu da, 12 günde 1 eder.

Yani; 2 milyon tirajlı Milliyet gazetesi internet sitesinin blog sayfası, ortalama toplamda yalnızca 350.000 kişiye hitap ediyor. (Yazarların ve sık okurların günde birden çok girişleri bu hesaba dahil değil.)

Haftalık bültende büyümeye devam edildiği belirtilmiş ama bu gerçekte bir küçülme: (Onpunto sizlere ömür.) Aslında, (rakibinin tirajını toplayarak) % 100 büyüyebilecek site, % 10 küçülmüş (yaz ayları nedeniyle).

Neden böyle?

Onu geçiyorum. Dolaylı bir yanıt:

Burada yazmasaydım, burayı okur muydum?

1-2 kez belki ama uzun vadede hayır. Burada yazarken de, okumadıklarımı daha önce listelemiştim.

Bir kez daha belirtiyorum:

Milliyet Blog ortada kalamaz: Ya daha popülerleşecek (Blogcu), ya da daha ciddileşecek (sinema, fotoğraf, edebiyat blogları gibi).

Yoksa, Ebay’in ve Abebooks’un Amazon’a yaptığını, Milliyet Blog’a yapacak: Bir blog nicelikte, bir blog nitelikte onu geçecek ve o da taa aşağı sıralara düşecek.

Dost, acı söyler.

Nasreddin Hoca, kızını testiyi kırmadan önce döver.

(13 Ağustos 2008)


Onpunto Neden Kapatıldı?

Basın yaşamında daha önceleri, EP, Artı Haber, Yeni Yüzyıl, Gözcü gibi, alternatif olma potansiyeli taşıyan iletişim araçları, acilen tasfiye edildi.

25 yıllık yayınlanma yaşamımda, yazı yayınlattığım 10 dergi ve 10 site şu an kapanmış durumda. (Şerh: ‘Varlık’ gibi 75 yıl yayını süren dergiler de mevcut.)

Bu durum ne yaratıyor?

Öğrenilmiş çaresizlik.

‘Havuç-havuç-...-havuç-açlık’ insanı travmaya uğratır.

Onputo’nun kapatılması da öyleydi. Alternatif bir mecraydı. Katılımcılar, Onpunto kapatılınca, büyük hayalkırıklığı yaşadılar. Onu kapatanlar, bunu bilerek yapmış olmasa da, bu sonuç onu kapatanların işine yarayacak. Muhalefetin kendisi mücadeleden vazgeçecek.

Daha önceleri Radikal ve Birgün okur yazıları yayınlardı, sonra vazgeçtiler.

Bugün %o 1’lik aydın kesiminin tamamına yakını sesini duyuramaz durumda. Bu da travma ve öğrenilmiş çaresizlik yaratıyor. İnsanlar iktidar seçkinleriyle mücadeleyi terkediyorlar.

Oysa yazmak, ölene dek süren bir maratondur. Ancak böyle bakarsan, benim gibi ‘bir sonraki hangisi?’ diye bakarsın.

Eski Onpunto’culara aynısını yapmayı öneririm.


(25 Temmuz 2008)

Milliyet Blog’da 2. Yılım Bitti

Genel olarak karamsar ve gerçekçi biriyimdir.

Buraya ilk geldiğimde de öyleydim. Şimdi de öyleyim.

Son 2 yılda Dünya’da ve Türkiye’de nahoş olaylar yaşandı. Durum giderek berbatlaşıyor.

Tüm bunlara karşın, şu anda burada olduğuma memnunum.

Blogculardan aşırı gayrımemnunum ama ‘beter olsunlar’ diyorum. İnsan, kalemi eline aldığında veya klavyenin başına oturduğunda, buradakilerin yazdıkları şeyleri yazacaksa, hiç uğraşmasın daha iyi. Boşuna bilgi gürültüsü oluyor.

Bunlara rağmen, yine de memnunum. Çünkü:

Yapmak istediğim şeyi fazlasıyla becerdim: Tabu olan ve bilinmesi zorunlu olduğu halde, kimsenin aklına gelmeyen, özellikle getirilmeyen konuları gündeme getirdim. Kalıcı bir söylem bu: Yıllar sonra da, kanıt olarak yerinde duruyor olacak.

Onları yazarken de, kişiliğim dönüştü.

Tümüyle kuramsal biriyken, bazı pratikler üretmek durumunda kaldım.

Ben buna ‘tao’ diyorum: ‘Yürünebilir bir yol’ ve ‘uygulanabilir projeler’ anlamına geliyor.

İnsanların bir bölümünü ikna edebildiğim, aldığım geri-beslemeden (feed-back) belli.

Daha önümde birkaç onyıl var. Bu durumda, karamsarlığım gelecek için ortadan kalkmış oluyor. Kendi işimi kendim görüp, geleceğe demokrasi için açık ve uygulanabilir bir yol bırakacağım.

Bu düşüncelerin, nüfusu 100 milyona çıkacak Türkiye’de 1 tek veya tümden 100 milyon kişi tarafından kabülünün epistemoloji açısından anlamı yok. Ne Aristo, ne de Lao Tzu yaşarken, o denli etkili değillerdi. Sonradan, düşüncesel ve düşünsel açıdan, yavaş yavaş derinlere girerek, yüzyıllar boyunca etkili oldular. Ben de öyle olacağım.

Bunlar gerçekleştiği için, Milliyet Blog’a teşekkür etmeyeceğim. Kendimi kimseye karşı borçlu saymıyorum. Tarihten epeyi bir alacağım var.

Burada da, nice taviz karşılığında tutunabildim. Editörler de, bana karşı bazı tavizler vermiş sayılırlar. ‘Karşılıklı uzlaşma’, buna deniyor.

Olsun: Sonunda, yaşamda slalom çizmeyi öğrendim.

Her zamanki gibi, çıkış repliği: Yola devam...


(23 Haziran 2008)

550. Blogum

Daha önce 250. ve 400. blogların ardından birşeyler yazmışım. Sayı uysun diye, 550.’de yine ve yeni birşeyler yazayım dedim.

Öncelikle, 1 milyon potansiyel okuru ve Milliyet Blog’da 1 milyonuncu tıklanmayı geçtim.

Arada taktik değiştirdim.

Bu da bana Onpunto’da 3 kez ödül kazandırdı. Bu onlarca kez anasayfaya çıkmak demekti. Ancak Onpunto neden gösterilmeden kapatılıverdi.

Hala, hiçbir blogda hiçbir arkadaş kabul etmiyorum.

İnternet aracılığıyla ulaştığım matbu edebiyat ve dans dergilerinde yayınlanma olanağı buldum.

Çok okunur olmakla okunacak şeyler yazmanın, en azından benim yazar kişiliğimde çelişmeyen bir durumunu yaratma şansını yakaladım.

48 yıllık yaşamımda, sürekli kaybedenler klübü sürekli üyesi olmayı, ilk kez bıraktım. Belki oraya geri dönerim, belki dönmem, şimdiden bilemem.

Milliyet Blog’da 2 yılım dolmak üzere. İlk 1. yıla oranla istediğimin çok ötesinde sonuçlara ulaştım. Artık, toplu bilisizliği bükebiliyorum.

Gücümü kirletmeden, ikidar parçaları yaratabiliyorum.

Bu arada tarihe girdim, daha doğrusu tarih bana girdi, bu hesapdışı bir durumdu, tasarımlarımın zamanından önce gerçekleştiğini gördüm. Artık kişilik yapımla, siyasal mücadelem dahil olmak üzere, tarihçe çok fazla çakışıyor. Bu aynı zamanda, benim pek sevmediğim, eylem insanı olmak demek. Onun için de, kendime özgü çözümler üretebileceğime eminim.

Sonuçtan memnunum, demeyeceğim. Sonuç benden memnun, diyeceğim.


(21 Haziran 2008)

401. Blogum


Milliyet’te 400 blog yazdım. Bu 401.’si.

110.000 okunma, 740.000 tıklanma aldım. Bu oran (1/7), başkalarında daha düşük (1/3).

Her ikisinde de, 3.000 blogcu arasında 10.-20. sırada yer aldığımı sanıyorum. En çok yazıda da öyledir herhalde. 2 yıl önce ilk başladığımda hepsinde sonunculuk umuyordum.

En çok okunan blogum demokrasi üzerine ve ikinciyle arasındaki açık farkı hep korudu. Ya Milliyet, ya da başka bir site onu bir link olarak koydu sanırım. Yoksa, kimsenin demokrasi sevdalısı olduğunu sanmıyorum.

Blog buluşmalarının hiçbirine katılmadım. Ocak 2007’dekine katılmayı düşündüydüm ama ayağımı burktum.

İyi ki de burkmuşum. Şimdilerde iyice abartılan yıvaş yıvaş insan sevgisi bende alerji yapıyor. Gelseymişim, boğulurmuşum.

Doğruları kimse görmek istemiyor: Faşizm ve engizisyonda sevgi olmaz. Savaşta sevgi olmaz.

Gelecekbilim konusunda umduğumdan çok daha fazlasına ulaştım. Türkiye’de bu mecra ile ulaşabileceğim herkes artık gelecekbilimin ne menem bir şey olduğunu, İngilizce bilmeksizin öğrenmiş oldu.

Tabii, burada da ayrı bir dert var: Herkesler 30 sene bakacağı çocuk yapmaya deliler gibi meraklıyken, kimseler Türkiye’nin 30 yılı sonrası için yapılacak projeler düşünmeye açık değil. Sonra da gönüllü koyunlar mezbahası oluyoruz. 4. liberalizm, şeriat, faşizm, iç ve dış savaş hep birden dayatılınca, apışıp kalıyoruz. Oysa, ilk liberalizm dayatılalı beri zaten 25 yıl geçmiş durumda.

Dolasıyıyla, burası benim için tüketilmiş bir sanal ortam. Herkes gibi tüketimci-terkedici (sanal-konar-göçer) olmadığım için, yayınlanabilen aykırı düşüncelerimi burada aktarmayı sürdüreceğim. Bir tür ahde vefa yani.

Yayın sıklığı derdim kalmadı. Okunma derdim kalmadı. Ne yazacağım derdi kalmadı. Gidişatı kendi haline bırakıyorum böylece.

Dipnot: Milliyet Blog’un bir misyon edinemediğini ve artık ciddiyet açısından başlangıç gidişinden saptığını, bunun da onu ergeç fıkra sitesine döndüreceğini şimdiden belirtmiş olayım. Tarihten örnek: Milyonlarca kullanıcılı eski ‘egroups.com’ nerede şimdi? Herkes ‘facebook’ta. Yalnızca 15 yılda 5 kuşak kullanıcı geldi geçti ki ortalama lise süresine denk geliyor. Çılgın ergenler gibi koşuşturan, andropozlular ve menopozlular. Melokomik.


(19 Şubat 2008)