6 Ağustos 2013 Salı

Milliyet Blog, Blogcu, Onpunto ve Blogger

Bu 4 blogda da yazıyorum. Hatta, eskiden yapmazdım, şimdi aynı yazıyı, geri besleme bilgi kazanmak için Türkçe olan 3’üne de koyuyorum ve 3’ünde de 5 benzemez tepkiler alıyorum.

Milliyet Blog’u günde 50.000, Blogcu’yu 600.000, onpuntoyu 20.000 kişi ziyaret ediyor.

Milliyet Blog’da sayfa tıklanma sayım, tüm yazılarımın toplam okunma sayısının 7 katı. Blogcu’da yazılarımın okunma sayısı, ana sayfa tıklanma sayımın 2,5 katı. (Bu çok önemli bir terslik.) Onpunto istatistik vermiyor.

Ciddiyet açısından, Onpunto’daki 20-30 yazar, bugün gazetelerdeki baş köşelerdeki tüm yazarlar kadar iyi. En gevşek, en kalabalık olduğu için Blogcu, siyaset konusunda günde en çok 20 yazı geliyor; bunu o alana girince metinlerin girilme zamanlarının gösterilmesinden anlıyoruz. Milliyet Blog ortada kalıyor.

Benim gibi 3 blogda da yazanlar da var.

Buluşma merakı, Milliyet Blog gibi, Onpunto’da da var ama Blogcu’da herhangi bir çağrıya raslamadım.

Bu 3’ü Türkiye’nin en büyük blogları, dolayısıyla Türkiye’nin potansiyel yazarları konusunda düşünce sahibi olabiliyoruz.

Herhangi bir blog yazısı, kendi bakış açıma göre, pek pek lise son öğrencisinin yazacağı Türkçe zenginliğine sahip, kesinlikle üniversite mezunu birisinin yazması gereken düzeyde değil hemen hiç kimse. Ayrıca intihal olan var, metnin tamamına yakını ‘kes-yapıştır’ olan var.

En sonul anlamıyla bakarsak:

Bu bloglardan yeni yazar çıkar mı?

Bence çıktı bile ama onlar da daha önce çıkan matbu kitaplı yazarlar gibi, Türkiye gibi kültür çölü bir ülkede yaşamanın gerçeğine kafalarını çarpacaklar.

Burada en önemli olan nokta şu:

10.000 küsur kez okunan bir metnim var. Ben onu, tıpkı bir müzik parçası gibi, tanesi 1 YTL’den satmaya kalksam, hiç kimse almaz. Hem blog okurluğu ve yazarlığı, gelip geçici bir moda (e gruplar gibi onun da modası geçecek, zaten bırakan yazar sayısı bolglarda epeyi kalabalık, çünkü örneğin Blogcu’da yazar başına metin sayısı 7 civarında 2 yıldır takılı kaldı), hem de 50 köşe yazarı içeren bir gazete 50 YKR.

İnternetin ve blogların kişilerin hoşgörüsünü arttırdığı düşüncesi bir yanılsama. Farklı düşünceleri dinleme tahammülsüzlüğü had safhada. Bu 3’ü dışında bir de ateist blogum var, Müslümanlar doğrudan ana avrat küfrediyorlar.

Bloglara ağırlık vermeye Milliyet Blog’la başladım. Orada tek ve dar bir hedef koydum: Gelecekbilim konusunu Türkiye halkına tanıtmak. Sonuçta 550.000 küsur kişi artık en azından bu sözcüğü biliyor.

Blogcuyu, ilk hedefimden sapıp, para verilerek satın alınmayacağını sandığım, gerçek günlüklerimi yayınlamak için kullanıyorum. Eğer, ayarlayabilirsem, onyıllarca orada yazılarım sürecek.

Onpunto ise, en sansürsüz, en ciddi, en cesur ama yine de global neo-liberalizmin gerektirdiği geniş vizyonlu, hesabını kitabını doğru dürüst tutan ve atak entellektüelleri yeteri sayıda içermiyor. İzleyebildiğim kadarıyla, hiçbir internet sitesi içermiyor. Her yerde tipik alaturkalık var: Yazarla okur halvet olup, dış dünyaya kapanıyorlar. Oysa, benim savladığım faşistlerle ve engizitörlerle aşık atmak. Dinsizin hakkından imansız olarak gelmek. En az düşmanın kadar güçlü tezli olmak.

Tabii bir de asıl sorun var: 15 milyon küsur üyeli, daha çok İngilizce ağırlıklı, global blog sitesi Blogger. Orada da 3 ayrı konuda blogum var ama çok yıl İngilizce eğitim aldığım halde, nitelikli ingilizce yazmayı beceremiyorum. Oysa asıl blog ligi orası. Çok basit: Türkçe bloglarda yarattığım yeni sözcükler için hiçbir tepki almadım ama ‘poliyalektik’ sözcüğü için, ‘kuadralektik’ sözcüğünü yaratan kişiden mesaj aldım. Yani, her ne söyleyecekseniz, Türkiye hakkında bile, bunu buradaki mahalle arasına değil, tüm dünyaya söylüyor olabilmeniz gerekli. Doğru söz hedefini buluyor. Örneğin, ben bugün becerebilsem, son 2 metnimi (‘7 Senaryo’ ve ‘7 Sorun’) İngilizce yayınlamak isterim, çünkü onun muhatabı o okur (Yankiler’i kastediyorum), buradakiler değil.

Sonuç: Kafayı kuma gömünce, popo açıkta kalıyor. Sen eşek olursan, semer vuran da çok oluyor. Bloglar aracılığıyla bu kısırdöngüyü kırmanın zamanı geldi de geçti bile...


(21 Ekim 2007)

Neden Blog Yazıyorum?

Milliyet Blog’a gelmemin asıl nedeni, gelecekbilimle ilgili Türkçe’de yazılı kaynak yaratmaktı. Bunu da 700 küsur sayfayla becermiş durumdayım.

E gruplar, listeler, bloglarla 1998’den beridir haşır neşirim. Üstelik İngilizce’de de yazageldim. 11 Eylül 2001 ertesinde ABD’lilere sıkı şoklar yaşatmış olduğumu anımsıyorum.

İnternette yazmaya özel bir eğilimim yok. 1984’ten beridir matbu olarak yayınlanıyorum. Sevgili editörler, genelde 3. yazımda mızıkçılık yapma yolunu seçtikleri için, matbu yol kapanınca, eskiden internet olmadığı sıralarda yaşadığım tıkanmayı yaşamamak için, interneti kullandım.

Türkçe olarak ilk kez 2001’de sürekli yazdım. Köşe yazıları babında. O site şimdi iptal.

Ağustos 2006’dan önce de, 4-5 blogda Türkçe ve İngilizce yazıyordum. Kendi sayfalarım da var.

Milliyet Blog bunlara bir artı-değer ve farklılık katmış oldu. Burada en çok okunan yazım, internette en çok okunan yazım değil. 7.000 kezin epeyi ötesinde okunmayı başka yerde gördüm.

Milliyet Blog’da gerçek kitleyle karşılaştım, asıl saptama bu. Epeyi yorumdan ve mesajdan anladığım ilk şey, dinlenmediğim oldu. Beni yaşamımda bir tek kişi dinledi, o da psikiyatristim ama gerçekten iyi dinledi. Buradakilerin sıkça yaşadığı üzere Rehaca, belli bir zekayı ve bilgiyi aşmayanlar için, kolayca deli saçması bulunabilecek şeyler içeriyor. Dahası 1.000 yeni sözcük var. Nedense kimse bir yazarı elinde sözlükle okumaya yanaşmıyor.

Bu dinlemeyen gerçek kitle bana yakın geleceğin vektör momentini gösterdi. Herhalde kendi yazdıklarından yeni birşeyler öğrenen nadir yazarlardan biriyim.

Sonracıma, son günlerde umduğum bir gelişme oldu. Anladığım kadarıyla Milliyet satılıyor. Alman bir medya grubuna veya Doğuş’a.

Bu durum, ta baştan buraya gelirken, editörlerin 3. yazımı yayınlamaması gibi, yazımı yayınlamış neredeyse tüm dergilerin yayın yaşamına son vermişliği gibi, biraz Süskind’in ‘Koku’sundakimsi bir şey. Gece gibi geçiyorum ve ardımda değişim bırakıyorum.

İşte bu nedenle burada yazmaya başladım ve sürdüm: Değişmek ve değiştirmek için...

Demokraside çareler tükenmez. Bu yol tükenir, başka yollar üretilir.


(24-25 Temmuz 2007)

Filifilikler

Milliyet Blog sevmeyi sevenlerle doldu taştı. Yakında, diğer yerli ve yabancı bloglara sevgi ihracatına başlayacağız.

Sevgili blogdaşlarım;

Faşizmin ve engizisyonun gırtlak boyu olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Böyle koşullarda sevgi olmaz. Olursa da, hastalıklı olur. Zaten ortamdaki sevgi de hastalıklı bir sevgi. Hani melodram romanlardaki imkansız aşklar gibi.

Sevgi, temel duygulardan biridir. Temel duyguların çoğu, öfke, nefret, korku, acı, üzüntü, vd olumsuzdur. Doğal olan da budur, çünkü insanlar olumsuz durumlardan öğrenerek evrilegeldiler. Yağmur suyu ve muzla, hiç mutsuz olmadan ve birbirini severek yaşayan insanlar da var ve 3 milyon yıldır aynı koşullarda yaşıyorlar. Bu durumda sevgiyi savunmak evrimsizliği savunmaktır.

Sevgi insanı daha zeki ve daha bilgili kılmaz. Daha iyi de kılmaz. MHP’liler ne diyor? ‘Ya sev, ya terket’.

Yani sevgi, bugün burada bu kültürde zararlı bir olgudur.

Ayrıca, sevmeyi sevenlerin sevmeyi değil de, sevilmeyi bekledikleri bilinen bir olgudur.

Sevgili filifiliklerim, burası arkadaş bulma sitesi değil, bir gazete sitesi.

Milliyet Blog’un son haftalardaki durumu, beni hem hayrete düşürüyor (editörler buna nasıl izin verdi, diye), hem de güldürüyor (buranın da modası geçeceği için, modaseverlerin yeni sitelere doğru kanat çırpmalarını seyrettiğim için).

Dilerim, gazetenin ve editörlerin değer yargılarının kırmızı çizgisini geçmemişimdir.


(17 Temmuz 2007)

Blogculuk 11


Artık limitlere varılmaya başlandı.

Gündelik okunan blog çeşidi 10.000 küsur civarında sabitlendi ama yazılan blog çeşidi her hafta 1.000 tane artmaya devam ediyor. (11 Mayıs 2007 günü 27.000 civarında blog olduğunu sanıyorum.)

Yazar sayısındaki artış da sabit gibi: Haftada 40 yeni yazar aramıa katılıyor gibi.

Bunların 4 anlamı var:

Bir: Blog ömrü yılları bulunca, blogda binlerce yazar olacak. Bu da birbirinden yalıtık okur-yazar altkümeleri demek. Başka örneklerde bu gözleniyor.

İki: Blogcu’daki 400.000 küsur gibi bir yazar sayısına asla ulaşılmayacak.

Üç: Bu ülkedeki insanlar, özellikle de üniversite ve üzeri eğitimliler, yazmanın gücünü, değerini, işlevini kavrayamıyorlar. Bir ülkede devrim yapmaya 100 tam-gerçek yazar yeter de artar bile. 84 yıllık Cumhuriyet’te 5.000 tane yazar çıkmamışken, bir anda yazarlık olanağı sağlanmış 1.500 küsur kişinin çoğu, bunu ‘hobi’ olarak yapıyor. Bu korkunç bir durum. Yazarak dünya değiştirilir, herkes dünyayı değiştirmek ister ama iş taşın altına elini koymaya gelince, gelsin havaya bakıp ıslık çalmalar.

Dört: Herşeyin böyle olması çok olağan. Yani bulunduğumuz durum, layık olduğumuz durumdur. Yakınmaya hakkımız yoktur. Oysa, birlerce kişi tüm yaşamlarını tarumar ederek, dişe diş mücadeleler verdi. Hiç olmazsa, onların yüzü suyu hürmetine biraz daha çaba diliyorum.

Bunların dışında, burası bir ‘hayvanat bahçesi’ demeyeyim, alınanlar olur, ‘nebatat bahçesi’ diyeyim. Devedikeninden kaktüse, inci çiçeğinden atatürk çiçeğine dek, her çeşit ıtır mevcut. Olmayan baharat çok ama son 50 yıllık kültür iklimi bizde çok sertti, çok çiçek açmadan yandı gitti. Onları burada saygı ile anarım.

Son siyasal gelişmeler gösterdi ki iktidar seçkinlerinin planları birebir tutmuyor. O nedenle, kağıttan mürekkepten azıcık olsun nasiplenen bizler, her nasıl bir Türkiye istiyorsak, onu yaratmak için yazmalıyız. Hoş, herkesin hayalinde farklı bir ülke var ama toplumsallık tüm hayallerin asgari müşterekte buluştuğu bir yerde gerçekleştirilebiliyor. Ben bir ütopyacıyım ama reel politikte beni asabilecek insanlarla birlikte çalışmaktan çekinmem, çekinmedim de.

Güzel bir gelecek için, hepinizi bir imeceye çağırıyorum yazar kardeşlerim.


(8-11 Mayıs 2007)

Seni Seviyorum Şeytan

Herkes Allah’ı sever, ben Şeytan’ı seviyorum: Seni seviyorum Şeytan:

Bana şeytanca bir zeka ve bilgi bahşettiğin için...

Beni 20 kere bedenen, 20 kere zihnen öldürdüğün için...

Beni bir o kadar daha öldüreceğin için...

Beni hala sağ bıraktığın için...

Beni hala sağ bırakacağın için...

200 kitap yazmama izin verdiğin için...

10.000 kitap okuyabildiğim içn...

5.000 film seyredebildiğim için...

Bir o kadarını değilse bile, yarısını daha becerebileceğim için...

Negatif şanslar yasasına bağlı kaldığın, oyunun kuralına ihanet etmediğin için...

Yaşamımda ilk kez madden ve manen artıya geçtiğim için...

Seni seviyorum Şeytan: Bana bu satırları yazdırabildiğin ve beni ağlatabildiğin ve seni ağlatabileceğim için...


(27 Eylül 2008)

Milliyet Blog Temmuz 2008 Bilançosu

“2008 Temmuz ayında 1.418.246 kişinin ziyaret ettiği sitemizde toplam 12.501.084 sayfa görüntülenmiş.”

(Kaynak: Milliyet Blog haftalık bülten: 13 Ağustos 2008.)

Aynı gün saat 17:30 itibarıyla: 81.478 kez  blog okundu, 21.801adet blog okundu, 157adet blog yazıldı.


Birinci istatistikte ay başına ve kişi başına görüntülenen ortalama sayfa sayısı: 8,8. (Bundan sonraki sayılar, ondalıkta birinci haneye yuvarlanmıştır.)

İkinci istatistikte gün başına ve kişi başına görüntülenen ortalama sayfa sayısı: 3,7.

Demek ki:

Bir kişinin bir ayda bloga girme sıklığı: 2,4.

Bu da, 12 günde 1 eder.

Yani; 2 milyon tirajlı Milliyet gazetesi internet sitesinin blog sayfası, ortalama toplamda yalnızca 350.000 kişiye hitap ediyor. (Yazarların ve sık okurların günde birden çok girişleri bu hesaba dahil değil.)

Haftalık bültende büyümeye devam edildiği belirtilmiş ama bu gerçekte bir küçülme: (Onpunto sizlere ömür.) Aslında, (rakibinin tirajını toplayarak) % 100 büyüyebilecek site, % 10 küçülmüş (yaz ayları nedeniyle).

Neden böyle?

Onu geçiyorum. Dolaylı bir yanıt:

Burada yazmasaydım, burayı okur muydum?

1-2 kez belki ama uzun vadede hayır. Burada yazarken de, okumadıklarımı daha önce listelemiştim.

Bir kez daha belirtiyorum:

Milliyet Blog ortada kalamaz: Ya daha popülerleşecek (Blogcu), ya da daha ciddileşecek (sinema, fotoğraf, edebiyat blogları gibi).

Yoksa, Ebay’in ve Abebooks’un Amazon’a yaptığını, Milliyet Blog’a yapacak: Bir blog nicelikte, bir blog nitelikte onu geçecek ve o da taa aşağı sıralara düşecek.

Dost, acı söyler.

Nasreddin Hoca, kızını testiyi kırmadan önce döver.

(13 Ağustos 2008)


Onpunto Neden Kapatıldı?

Basın yaşamında daha önceleri, EP, Artı Haber, Yeni Yüzyıl, Gözcü gibi, alternatif olma potansiyeli taşıyan iletişim araçları, acilen tasfiye edildi.

25 yıllık yayınlanma yaşamımda, yazı yayınlattığım 10 dergi ve 10 site şu an kapanmış durumda. (Şerh: ‘Varlık’ gibi 75 yıl yayını süren dergiler de mevcut.)

Bu durum ne yaratıyor?

Öğrenilmiş çaresizlik.

‘Havuç-havuç-...-havuç-açlık’ insanı travmaya uğratır.

Onputo’nun kapatılması da öyleydi. Alternatif bir mecraydı. Katılımcılar, Onpunto kapatılınca, büyük hayalkırıklığı yaşadılar. Onu kapatanlar, bunu bilerek yapmış olmasa da, bu sonuç onu kapatanların işine yarayacak. Muhalefetin kendisi mücadeleden vazgeçecek.

Daha önceleri Radikal ve Birgün okur yazıları yayınlardı, sonra vazgeçtiler.

Bugün %o 1’lik aydın kesiminin tamamına yakını sesini duyuramaz durumda. Bu da travma ve öğrenilmiş çaresizlik yaratıyor. İnsanlar iktidar seçkinleriyle mücadeleyi terkediyorlar.

Oysa yazmak, ölene dek süren bir maratondur. Ancak böyle bakarsan, benim gibi ‘bir sonraki hangisi?’ diye bakarsın.

Eski Onpunto’culara aynısını yapmayı öneririm.


(25 Temmuz 2008)

Milliyet Blog’da 2. Yılım Bitti

Genel olarak karamsar ve gerçekçi biriyimdir.

Buraya ilk geldiğimde de öyleydim. Şimdi de öyleyim.

Son 2 yılda Dünya’da ve Türkiye’de nahoş olaylar yaşandı. Durum giderek berbatlaşıyor.

Tüm bunlara karşın, şu anda burada olduğuma memnunum.

Blogculardan aşırı gayrımemnunum ama ‘beter olsunlar’ diyorum. İnsan, kalemi eline aldığında veya klavyenin başına oturduğunda, buradakilerin yazdıkları şeyleri yazacaksa, hiç uğraşmasın daha iyi. Boşuna bilgi gürültüsü oluyor.

Bunlara rağmen, yine de memnunum. Çünkü:

Yapmak istediğim şeyi fazlasıyla becerdim: Tabu olan ve bilinmesi zorunlu olduğu halde, kimsenin aklına gelmeyen, özellikle getirilmeyen konuları gündeme getirdim. Kalıcı bir söylem bu: Yıllar sonra da, kanıt olarak yerinde duruyor olacak.

Onları yazarken de, kişiliğim dönüştü.

Tümüyle kuramsal biriyken, bazı pratikler üretmek durumunda kaldım.

Ben buna ‘tao’ diyorum: ‘Yürünebilir bir yol’ ve ‘uygulanabilir projeler’ anlamına geliyor.

İnsanların bir bölümünü ikna edebildiğim, aldığım geri-beslemeden (feed-back) belli.

Daha önümde birkaç onyıl var. Bu durumda, karamsarlığım gelecek için ortadan kalkmış oluyor. Kendi işimi kendim görüp, geleceğe demokrasi için açık ve uygulanabilir bir yol bırakacağım.

Bu düşüncelerin, nüfusu 100 milyona çıkacak Türkiye’de 1 tek veya tümden 100 milyon kişi tarafından kabülünün epistemoloji açısından anlamı yok. Ne Aristo, ne de Lao Tzu yaşarken, o denli etkili değillerdi. Sonradan, düşüncesel ve düşünsel açıdan, yavaş yavaş derinlere girerek, yüzyıllar boyunca etkili oldular. Ben de öyle olacağım.

Bunlar gerçekleştiği için, Milliyet Blog’a teşekkür etmeyeceğim. Kendimi kimseye karşı borçlu saymıyorum. Tarihten epeyi bir alacağım var.

Burada da, nice taviz karşılığında tutunabildim. Editörler de, bana karşı bazı tavizler vermiş sayılırlar. ‘Karşılıklı uzlaşma’, buna deniyor.

Olsun: Sonunda, yaşamda slalom çizmeyi öğrendim.

Her zamanki gibi, çıkış repliği: Yola devam...


(23 Haziran 2008)

550. Blogum

Daha önce 250. ve 400. blogların ardından birşeyler yazmışım. Sayı uysun diye, 550.’de yine ve yeni birşeyler yazayım dedim.

Öncelikle, 1 milyon potansiyel okuru ve Milliyet Blog’da 1 milyonuncu tıklanmayı geçtim.

Arada taktik değiştirdim.

Bu da bana Onpunto’da 3 kez ödül kazandırdı. Bu onlarca kez anasayfaya çıkmak demekti. Ancak Onpunto neden gösterilmeden kapatılıverdi.

Hala, hiçbir blogda hiçbir arkadaş kabul etmiyorum.

İnternet aracılığıyla ulaştığım matbu edebiyat ve dans dergilerinde yayınlanma olanağı buldum.

Çok okunur olmakla okunacak şeyler yazmanın, en azından benim yazar kişiliğimde çelişmeyen bir durumunu yaratma şansını yakaladım.

48 yıllık yaşamımda, sürekli kaybedenler klübü sürekli üyesi olmayı, ilk kez bıraktım. Belki oraya geri dönerim, belki dönmem, şimdiden bilemem.

Milliyet Blog’da 2 yılım dolmak üzere. İlk 1. yıla oranla istediğimin çok ötesinde sonuçlara ulaştım. Artık, toplu bilisizliği bükebiliyorum.

Gücümü kirletmeden, ikidar parçaları yaratabiliyorum.

Bu arada tarihe girdim, daha doğrusu tarih bana girdi, bu hesapdışı bir durumdu, tasarımlarımın zamanından önce gerçekleştiğini gördüm. Artık kişilik yapımla, siyasal mücadelem dahil olmak üzere, tarihçe çok fazla çakışıyor. Bu aynı zamanda, benim pek sevmediğim, eylem insanı olmak demek. Onun için de, kendime özgü çözümler üretebileceğime eminim.

Sonuçtan memnunum, demeyeceğim. Sonuç benden memnun, diyeceğim.


(21 Haziran 2008)

401. Blogum


Milliyet’te 400 blog yazdım. Bu 401.’si.

110.000 okunma, 740.000 tıklanma aldım. Bu oran (1/7), başkalarında daha düşük (1/3).

Her ikisinde de, 3.000 blogcu arasında 10.-20. sırada yer aldığımı sanıyorum. En çok yazıda da öyledir herhalde. 2 yıl önce ilk başladığımda hepsinde sonunculuk umuyordum.

En çok okunan blogum demokrasi üzerine ve ikinciyle arasındaki açık farkı hep korudu. Ya Milliyet, ya da başka bir site onu bir link olarak koydu sanırım. Yoksa, kimsenin demokrasi sevdalısı olduğunu sanmıyorum.

Blog buluşmalarının hiçbirine katılmadım. Ocak 2007’dekine katılmayı düşündüydüm ama ayağımı burktum.

İyi ki de burkmuşum. Şimdilerde iyice abartılan yıvaş yıvaş insan sevgisi bende alerji yapıyor. Gelseymişim, boğulurmuşum.

Doğruları kimse görmek istemiyor: Faşizm ve engizisyonda sevgi olmaz. Savaşta sevgi olmaz.

Gelecekbilim konusunda umduğumdan çok daha fazlasına ulaştım. Türkiye’de bu mecra ile ulaşabileceğim herkes artık gelecekbilimin ne menem bir şey olduğunu, İngilizce bilmeksizin öğrenmiş oldu.

Tabii, burada da ayrı bir dert var: Herkesler 30 sene bakacağı çocuk yapmaya deliler gibi meraklıyken, kimseler Türkiye’nin 30 yılı sonrası için yapılacak projeler düşünmeye açık değil. Sonra da gönüllü koyunlar mezbahası oluyoruz. 4. liberalizm, şeriat, faşizm, iç ve dış savaş hep birden dayatılınca, apışıp kalıyoruz. Oysa, ilk liberalizm dayatılalı beri zaten 25 yıl geçmiş durumda.

Dolasıyıyla, burası benim için tüketilmiş bir sanal ortam. Herkes gibi tüketimci-terkedici (sanal-konar-göçer) olmadığım için, yayınlanabilen aykırı düşüncelerimi burada aktarmayı sürdüreceğim. Bir tür ahde vefa yani.

Yayın sıklığı derdim kalmadı. Okunma derdim kalmadı. Ne yazacağım derdi kalmadı. Gidişatı kendi haline bırakıyorum böylece.

Dipnot: Milliyet Blog’un bir misyon edinemediğini ve artık ciddiyet açısından başlangıç gidişinden saptığını, bunun da onu ergeç fıkra sitesine döndüreceğini şimdiden belirtmiş olayım. Tarihten örnek: Milyonlarca kullanıcılı eski ‘egroups.com’ nerede şimdi? Herkes ‘facebook’ta. Yalnızca 15 yılda 5 kuşak kullanıcı geldi geçti ki ortalama lise süresine denk geliyor. Çılgın ergenler gibi koşuşturan, andropozlular ve menopozlular. Melokomik.


(19 Şubat 2008)

FUNDA CANTEK’İN SORULARI ve YANITLARIM


Adım 1:

1.        Hatırlayabildiğiniz ilk gazete okuma deneyiminiz kaç yaşına denk düşer?

İlk okuduğum metin bir gazete yazısıdır. 1966 Mayıs’ta Milliyet’te ‘Düşünenlerin Düşünceleri’ köşesinden bir yazıydı. O günden beridir, 40 yıldır gazete okuruyum.

2.        İlk okumaya başladığınız gazete veya gazeteler hangileriydi? Sizi gazetenizi değiştirmeye yönelten etkenler neler olabilir?

Babam eve önce Akşam, sonra Milliyet aldı, Çetin Altan nedeniyle.
Aslında gazete okumama noktasına geldim ama yazarlığım bunu engelliyor. Sağcı gazeteler hariç, herhangi bir gazeteyi hiçbir neden olmaksızın alabilirim. Uzun yıllar Cumhuriyet aldım ve okudum. Uğur Mumcu Milliyet’e geçtiğinde bıraktım. Hafta sonları en az 2’şer gazete alırım. O eski gelenek bende de baki.

3.        Eskiden beri takip ettiğiniz bir köşe yazarı, bir sayfa veya tefrika/fotoroman v.b. var mıdır?

Her gazetenin tüm çizgili ürünlerini izlerim. Bildiğim en eski köşe yazarı Sami Kohen’dir. Çetin Altan’ı okumayı Güneş’e veya Sabah’a geçtiğinde bıraktım. Şimdi tüm köşe yazarlarını atlayarak izliyorum. Tüm yazılarını okuduğum köşe yazarı yok. En çok sayfa kenarındaki haberleri okuyorum, çünkü asıl haber değeri taşıyanlar özellikle oraya konuyor. Bunu 1986’da Cumhuriyet için yaptığım bir ankette de söylediğime göre, durum en az 20 yıldır böyle. Gazetelerin ekonomi ve dünya sayfalarını muhakkak baştan sona okurum.

4.        Gazeteyi elinize aldığınızda veya internette okumaya başladığınızda ilk hangi sayfasına veya hangi haberlere bakarsınız? (örn. spor sayfası, herhangi bir köşe yazarı, manşetteki haberler, ekonomi sayfası v.b.)

Dünya haberleri.

5.        Gazete okumadan geçireceğiniz bir gün, hafta veya ay sizi nasıl etkiler?

Tatillerde 3. günden sonra canım gazete istiyor, okuyunca yine sinirleniyorum.

6.        Gazeteyi sürekli internetten mi izlersiniz, yoksa satın alıp elinizde tutarak okumaktan keyif mi alırsınız? Gazeteyi internetten veya kağıt üzerinden okumak arasındaki farkı nasıl tarif edersiniz?

Her ikisini de seviyorum. Henüz pek kimse ayırdında değil ama gazetelerin internet ve matbu nüshaları birbirinden oldukça farklı. İnternet nüshasını çok daha hızlı okuyabiliyorum. Matbu nüshalarda ise, mini minnacık ama tarihi etkilecek değerde olayları çok okudum. Örnekse, ilk yüz naklinin ilk haberciği birkaç satırcıktı.

7.        Gazeteye “okur mektubu” veya yorum yazar mısınız? Yazarsanız genelde hangi konularda yazarsınız? Mektup yazıp postalamayı mı, yoksa internet adresine yazmayı mı tercih edersiniz?

En az 5 gazeteye okur yorumu yazıyorum. Hürriyet’te ayrı bir sayfam var, 3 ayda 100 yorum gibi bir toplamdayım. En çok dünya haberleri ve gündem başlıklarında yazıyorum, onu da onlar kaydettiği için biliyorum. İnternet adresine gönderiyorum.

8.        Bir köşe yazarını sürekli takip edip, onun ele aldığı konulardaki eleştirilerinizi veya yorumlarına katıldığınız noktaları belirtmek, onu desteklemek için yorum veya mektup yazar mısınız?

Evet ama en nitelikli köşe yazarı bile, uzman olduğu konuda bile, düz yolda yürürken tökezleyen sakarlar gibi davranıyor. Öncelikle bilgi eksikliği, sonrasında ilgi eksikliği var. Türkiye’de hiçbir yazar çeşidi okur değildir. Bir de yanlışlarını yazınca, bozuluyorlar.

9.        Bir köşe yazarını takip ediyorsanız, sizi ona bağlayan unsurlar nelerdir? Onu takip etmekten vazgeçmeye yönelten sebepler neler olabilir?

Belli bir ideolojik noktayı belirgin olarak dile getirmesi. Ateistim ama şeriatçıları okurum ki karşıtım ne diyor bileyim. Bulanıklaşması, muğlaklaşması onu okumaktan beni vazgeçirir. Liboşlaşma nedeniyle, bu çok sık vuku buluyor.

10.     Sizi blog hazırlamaya yönlendiren etkenler nelerdir?

Çaresizlik. Yaptığımı baştan olumsuzlayarak yaptım. Metinlerime telif alacağıma, birilerine binlerce dolar kazandırdım. Az değil: 2-3 kitaplık malzeme yayınladılar.

11.     Hangi kategoriyi seçerek blog hazırlamaya başladınız? Neden? (Mesleki özellikleriniz mi, karakter özellikleriniz mi, hobileriniz mi veya herhangi başka bir sebep mi sizi bu kategoriyi seçmeye yönlendirdi?)

Gelecekbilim, çünkü Türkçe’de bu konuyla ilgili yazar, makale, şu bu yok ve bu konuyu 28 yıldır çalışıyorum, yani çok iyi biliyorum. Bir de, Türkiye’nin koyun gibi güdülmesinden bıktım, gelecekbilim bunu engelleyebilir. Daha birçok uzmanlık konum var ama acil öncelikli olan buydu, tek konu hakkı verildi, ben de bunu yeğledim.

12.     Milliyet Gazetesi blog hizmetini tanıtırken, blog sahibinin gündem belirlemedeki önemli rolünü vurguluyor ve “gündem sizsiniz” diyor. Blog hizmetinin gerçekten okuru/blog sahibini gündem yaratmada etkin hale getirdiğine inanıyor musunuz?

Hayır. Tam tersine sahte gündem veya gündemsizlik getirdi ve asıl amaç bu: Bilgi gürültüsü içinde doğru bilginin silinmesi. Medya bu rolü üstlendi. Yazılanlar 11 sosyal zeka yaşı ortalamasına sahip, krolonojik yaş ise 30’un biraz üzerinde. Kendi yazdıklarım ise, toplu bilisizliğe (collective unconscious) yönelik. Kitleyi, bilinç düzeyinde karşı çıksa da, zaman içinde yeni düşüncelere ve değişimlere hazırlamaya yönelik. Bu yönde sonuç alınacağına eminim ama benim görmem mümkün olmayabilir, çok uzun vadeli bir iş.

13.     Milliyet Gazetesi blog hizmetini bir tür “internet günlüğü” olarak da tanıtıyor. Siz de bu benzetmeye katılıyor musunuz? Sizce de blog sayfanız sizin internette yayınlanan ve geniş bir kitleyle paylaştığınız günlüğünüz mü? Eğer böyle düşünüyorsanız, günlüğün içerdiği mahremiyet ve samimiyet blog sayfalarına da yansıyor mu?

32 yıldır günlük tutarım. Bloglar, benim bildiğim anlamıyla günlük değiller. Bir kere samimiyet sıfır, zaten yazılanlar birbirinin kopyası gibi. İnsanlar radyo DJ’lerinden dinledikleri şeyleri kendi duyguları sanıyorlar. Dünyadaki blogları da izliyorum, onlar daha çok günce-deneme türünde, yani öznelden çok nesnel günlük düzleminde, örneğin savaş bölgelerindeki günlükler gibi. Bunun için, blogcu (Türkçe) ve blogger (her dilde) siteleri var ve onlar da o eğilimde.

14.     “Ben bildiriyorum” köşesine yazdığınız oluyor mu? Yazıyorsanız ne tür haberler/olaylar/yorumlar yazıyorsunuz?

O köşeye yazmıyorum ama ayrı bir dosyada topladığım için söyleyebilirim: 2 ayda 40 haber üzerine blog yazdım ama hepsinin yönelimi gelecekbilimdi, zaten öyle olmayınca editörler kabul etmiyor.

15.     Blog sayfaları sahipleri arasında iletişim kuruluyor mu? Haberleştiğiniz, arkadaşlık ettiğiniz veya tartıştığınız oluyor mu?

Ben yapmıyorum ama yapıldığı ortada, çünkü her yazarın sayfasında ‘gruplarım’ bölümü var. Şahsen okurlarımla yüz göz olmak istemem, daha önceki deneyimlerim tümüyle olumsuz. 64.000 küsur kere tıklandıktan sonra bile, hala 0 okurum olduğunu düşünüyorum. Başkalarının yazılarını eleştirirken kantarın topuzunu kaçırdığım oldu, ihtar aldım. O nedenle diğer yazarlardan uzak durmaya çabalıyorum.

Adım 2:

birincisi, ilk okuduğunuz gazete metnini çok net hatırlıyorsunuz. sizce bunu neye bağlayabiliriz? bu deneyimin sizi çok etkilemesine mi, hafızası kuvvetli bir insan oluşunuza mı, hayatınızda gazetenin ve/veya yazı-çizinin önemli bir yer tutuyor oluşuna mı?

Belleğim güçlüdür, okuduğum herşeyi hatırlarım ve 6 milyon sayfa metin ve 1 milyon kitaplık künye belleğim var, artı 1 milyon karelik görsel malzeme. Psikolojik olarak kognitif tipim, yani yaşamımı duygu ve davranışlar değil, bilgi ve düşünce belirliyor. Yaşamımda okuma, şu an bile günde en az 4 saat yer tutuyor. Yazmaksa, günde 6 sayfa ve 1,5 saat ile şu an zirvede ama bunu yılda 2.000 sayfadan 500 sayfaya düşereceğim. Bu tempo zihinsel bozukluk yapıyor.

ikincisi, gazete okumama noktasına gelmeme sebebiniz sadece gazetelerin yayın politikalarının sizi rahatsız etmesi mi, yoksa başka etkenler de var mı? sizi cumhuriyet okumaya yönelten etken sadece u.mumcu muydu? örneğin, ç.altan gazete değiştirdiğinde de onu okumayı bırakmışsınız. ilk örnekte yazar, ikinci örnekte gazete tercihlerinizde belirleyici oluyor? siz hangisine ağırlık verirsiniz tercihlerinizde?

Liberal gazetelerden ve Özal döneminden tiksinirdim. O zamanlar Sabah, Hürriyet, vd okumazdım. Keza sağcı gazeteleri de okumazdım. Gazete okuma sırası, 1968’e dek Akşam (şimdiki değil), 1974’e dek Milliyet (Abd İpekçi’li), 1977’ye dek Vatan (şimdiki değil), 1977-1992 gibi Cumhuriyet, sonra düzensiz, 2003’ten beri internetten günde (Hürriyet, Milliyet, Sabah, Vatan, Akşam, Radikal, VOA Türkçe, BBC Türkçe, DW Türkçe, Balkantimes Türkçe, Çin Radyosu Türkçe, Rusya Haber Ajansı İngilizce) olmak üzere, 10’un üzerinde siteyi düzenli izliyorum. Zaten verdiğim linkler onlara ait.

üçüncüsü, gazete okuma konusunda ikilem içinde olduğunuz anlaşılıyor. ne onunla, ne de onsuz yapabiliyorsunuz. bunun sebebi, yine gazetelerin yayın politikalarından hoşnutsuz olmanız mı?

Gazeteler tüketim gazetesi oldular. Dünyada da eğilim böyle. Mal satmak için varlar. Tüm medya sahipleri dolar milyarderi. Yayın politikaları yok, politikasızlıkları var. Bunu okur mektubu olarak onlara iletiyorum ama ilgilenmiyorlar. Ben entellektüelim, tüketim toplumu üyesi olamam. Olursam, bana entelejensiya (satılmış ve bağlanmış aydın) denir.

dördüncüsü, beş gazeteye okur yorumu yazıyorsunuz ve hürriyet'te de ayrı bir sayfanız var. milliyet ve diğer gazetelerin yorum sayfaları arasında bir karşılaştırma yapabilir misiniz? hürriyet'te ayrı bir sayfa derken neyi kastediyorsunuz? teknik meseleleri pek anlamıyorum da.

Hürriyet yorumlarınız için size bir sayafa açıyor, benimki http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/Yorumlamamalar/ Bunu yazınca tüm yorumlarımı siz de görebiliyorsunuz. 20.000 küsur kişi 200.000 küsur yorum yazmış durumda. Hürriyet bu işe ilk başlayıp, ayrı sayfa veren ilk gazete. Dolayısıyla bu konuda o önde. Okur yorumları ise, beni hem ağlatıyor, hem güldürüyor, izleme zorundayım da. Halkımızın siyasal bilinç düzeyi eksi düzeyde, onlar ufuk altı çizgisini gösteriyor, yani negasyonu, yani yapılmaması gerekeni.

beşincisi, blog yazarlığına sizi yöneltenin çaresizlik olduğunu ama yazarlık sürecinde de bir hoşnutsuzluk hissettiğinizi anlamamak mümkün değil. bu daha çok okur kitlesinin kapasitesiyle mi ilgili, yoksa başka sebepler de var mı?

Milliyet, yayınladığı blogların tüm parasal hakkına el koyuyor. Benimkilerin değeri 100 yıl için 1 milyon doları geçecek düzeyde. Buna ne ad konur, siz karar verin.

Bugüne kadar yayınlanan 500 makalem için, yalnızca 1 kez telif ücreti aldım, o da Sanat Dünyamız’dan, eski YKY’den.

Gelecekbilim, Türkiye’de siyasetin tekelinde. Sivil, gayrıticari, gayrıakademik, yani nesnel bir tek ben varım. Zaten ülkemizdeki tüm gelecekbilim ilgilenenleri 10 kişi civarında (internette tararsanız çıkıyor). 100 üzerinden 100’lük bir iş yapıp, 0 alıp, bir de üste para veriyor olmak, beni çaresiz bırakıyor.

altıncısı, blogcular arasında size yakın gelen isimler yok mu? varsa örnek verebilir misiniz? çünkü, yazılarınıza yapılan yorumları okuyuncu bazılarının size sempati ve beğeniyle yaklaştıklarını görüyorum. ama sanırım siz onlara hiç yanıt yazmıyorsunuz. yapılan yorumlar size ne hissettiriyor?

Başklarının metinlerine yorum yazdığım oldu ama hiçbiriyle zihinsel temas sağlayamam. Dünyalı ile Marslı gibi farklıyız. İnsanlar beni anlamadığı için bana sempati duyuyor. Acı çeken biri halkımıza egzantrik ve çekici geliyor.

yedincisi, blog yazarı için kategori bağlayıcı mı? editörlerin bu konudaki işlevleri neler? başkalarının yazılarını eleştirirken ihtar aldığınızı yazmışsınız. editörlerden mi aldınız? ne gerekçeyle, üslup mu, dil mi v.b.?

Kategori konusunda editörler oldukça dağınık, fotoğrafla ilgili olmayan bir konu oraya girebiliyor. Onun dışında blogda zaten her kategoride kaç yazı var belli, ana sayafada görünüyor. İnsanlar en çok aşk meşk konusunda yazmayı seviyor. Bir yazara futbolla ilgili yazı yazmanın kişiyi ‘doğal top’ yapacağını yazdım, bu küfür sayıldı ve ihtar aldım.

sekizincisi, bloglarınız çok değişik konularda ve malumatfuruş bir kişinin yazdığını hemen belli oluyor. ayrıca felsefi argümanlarınız var ve bunları bir üst dil kullanarak savunuyorsunuz. bu sizin okunma sıklığınızı etkiliyor mu? birkaç yorumda dilinizin ağır geldiği söyleniyordu. bir de, sizi bilinçsiz bir okur kitlesini az da olsa uyandırmaya çalışan bir misyoner tavrında gördüm. (zaten bu konuda siz de biraz ipucu veriyorsunuz) bundan rahatsız olanlar var mı? 

Bu bloga gelmeden de, gelecekbilimle ilgili 3 kitap yazmış ve birini yayınlatmış durumdaydım. Bu benim için yeni bir konu değil, üzerinde 28 yıldır çalışıyorum. Beni olumlu motive eden yazılarımın yayınlanması. Sonuçta 3 ayda 150 yeni metin ve 500 yeni sayfa yazdım, bu motivasyon nedeniyle oldu. Ben bu konunun girişinin girişini yazıyor durumdayım. 50 yıl içinde Türkiye’de moda bir konu olacak ama geç kalınmış olacak. Bundan rahatsız olan yok, çünkü ne yaptığımı anlamıyorlar. Ateist metinlerim yayınlanmadı ama diğer metinlerde bazı ateist parçalar kaynadı gitti ve yayınlandı.

dokuzuncusu, blogunuz için haftada ortalama kaç saat harcıyorsunuz?

Ağustos 2006’da günde 2 saat (en başta günde 4-5 metin yolladığım oldu, ayrıca bunların yayın tarihlerini içeren bana özel listeyi siz gönderebilirim). Aralık 2006’da 200 metin limitine gelindiği ve hedef bu olduğu için, bundan sonra haftada 1 saat ve 1 yazı gibi olacak.


(Kasım 2006)

Onpunto Anketi


Serdar Temiz’in sorularını yürüttüm ve bir de kendim yanıtladım:

1-       Onpunto'da yazma nedeniniz?

Bloglarda yazmaya, ilkin Blogcu’da, sonra Milliyet Blog’da, en son da Onpunto’da başladım. Bunların dışında İngilizce olarak, Blogger’da 3 tane olmak üzere, 6 tane internet sayfam var. Onpunto’yu Milliyet Blog’dan okudum. Çoğulluk olsun istedim. Önce yapmıyordum, şimdi aynı yazıyı 3 bloga da koyuyorum ve bambaşka tepkiler alıyorum. Onpunto, yarışmaya girmeyi ve birilerini geçip para kazanmayı düşündüğüm ilk yer oldu. Henüz para kazanamadım ama hiç olmazsa puan alabiliyorum.

2-       Mesleğiniz? (Profesyonel olarak gazetecilik yapıyor musunuz?)

Mezuniyetim işletme, uzmanlığım ticari bankalar. Eğer öyle yapsaydım, banka batıranlardan biri olacaktım ki onların epeyi bölümdaşımdır. Hiç işletmecilik yapmadım. Lisansımı 10 yıla uzatıp, sonra sokağa düştüm. 20 yıldır seyyar satıcıyım (kitap, efemera), yani aslında işsizim. Barmenlikten çevirmenliğe 20 işte çalıştım. Asıl işim yazarlık ama ondan yalnızca 1 tek kez telif ücreti aldım, 100 küsur matbu, 400 küsur internette makaleden söz ediyoruz. 24 yıldır yazılarım yayınlanıyor. Basılmış 3 kitabım var. Gazetecilik, köşe yazarlığı, akil yazarlık sevdiğim bir altalan. Gelecekbilim veya modern dans gibi bazı sapa konularda, 1 kitaptan fazla hacimde makale yazmış tek Türk yazarım. Profesyonel gazeteci değilim.

3-       Yazdığınız konuları neye göre seçiyorsunuz? Gündemdeki konular mı, yoksa kendi gündeminizdeki konular mı?

100-500 arası kitap taslağım var. (100’ünü bitirdim.) Herhangi bir anda 10’un üzerinde temel konum vardır. Sürekli günce tutarım. Güncelerim deneme üslubundadır. Gündemdeki konuları sürekli yazarım. Konu seçimim biraz da içsel, burnum nerede koku alıyorsa, o yöne gidiyorum gibi. Örnekse, ABD ile kapışacağımızı 1999’da yazdım. Şimdi ise, TC’nin emperyalistliğinin atacağı ilk 1-2 takla ilgimi çekiyor, çünkü bundan sonraki rota, o yalpalarda ortaya çıkacak (bakınız kaos matematiği). PKK ile savaşta 1-2 yıl içinde çok büyük 1 gaf ve çok büyük 1 başarı umuyorum (buna ABD-İran savaşı almaşıkları ve girişim saçakları dahil değil). Dolayısıyla, yazdıklarımı hem kendim, hem de gündem birarada belirliyor, diyebilirim.

4-       Güncel konulardan bahsederken kaynak olarak gazete, tv, radyodan mı yararlanıyorsunuz?

Genel kültürüm geniştir. İngilizce de biliyorum. Herhangi bir konuda tüm kaynaklara çabucak ulaşabilme yetim var. Tüm temel ve insansal bilimlerde üniversite 2. sınıf düzeyinde bilgim var. İnternette sürekli izlediğim 20’nin üzerinde haber sitesi var. Günde 10’a varan gazeteyi düzenli olarak internetten okuyorum. Televizyonum yok, hiç olmadı. Başvuru kitaplarından oluşan 1.000 kitaplık bir kütüphanem var.

5-       Gazetecilik yaptığınızı düşünüyor musunuz?

Araştırmacı anlamda evet. Muhabirlik alanında çok az. Söyleşi / röportaj alanında az. Köşe yazarlığı anlamında evet. Uzmanlık anlamında evet.

6-       Onpunto size neyi sağladı? Mesela, fikirlerinizi ifade etmeyi mi? Yeni arkadaşlar edinmeyi mi, yazma arzunuzu gidermeyi mi?

Onpunto bana henüz maddi ve manevi bir şey sağlamadı. Sansürsüzlük iyi (ama onu zaten 10 yıldır internette yaşıyorum), çünkü sokak dili kullanıyorum arasıra ve bu insanları incitiyor ama buna aldırmıyorum. Faşizmin ve engizisyonun göbeğinde kibarlık düşünecek durumum yok. Blogdan veya internette arkadaş edinmeyi tiksindirici buluyorum. Tüm bloglarda bana gelen tüm arkadaş ekleme taleplerini reddettim. Asosyal ve anti-hümanistim ya da huysuz moruğun tekiyim. Düşüncelerimi ifade etmeyi zaten çoktan başardım, bir gün anlaşılmayı umuyorum, kabul edilmeyi değil.

7-       Onpunto'da yazmayı, hayatınızın birinci önceliği mi, yoksa hobi olarak mı tanımlıyorsunuz?

Yazmayı hobi olarak görenlerden tiksiniyorum. İnsan bunu söyleyebiliyorsa, kendinden utanmalı. Yaşam yazıdan önce gelmez, yaşam düşünceden önce gelmez. O hayvanlar içindir. Yazmak benim tek yaşama nedenimdir, varlık nedenimdir (raison d’etre). Onpunto veya başka bir blogda olmak değildir. Her durumda, yılda 1.000-2.000 sayfa yazıyorum. Yazdığım 20.000 sayfanın 1.000’i tümüyle yok oldu ama buna aldırdığım yok.

8-       Etrafınızda olan bitenlere, bu haber olabilir, yazı yazayım, fotoğraf çekeyim, gözüyle bakıyor musunuz?

Sözel, işitsel ve görsel olarak kaydedilebilir değerdelik ölçütüm var. Radyo dinleme geleneğini sevdiğim için ve bu konuda ortalık çok boş kaldığı için, en çok işitsel kaydı önemsiyorum. Pazarlarda, otobüslerde dinlediğim insan sohbetleri tam Hüseyin Rahmi’lik. Geçmişteki güncelerime bakarak da, kendi ölçütlerimi sınarım. 24 yıllık sürekli günce sonunda bir rota tutturmuşa benzerim: Gündelik yaşam kültüroloğu.

9-       Gazete, radyo, tv’lere ve gazetecilere güven duymamanızdan dolayı mı burada yazıyorsunuz?

Komprador kapitalistlerden tiksinmeme karşın, herhangi bir radyoda, televizyonda, gazetede çalışabilirim ve yazabilirim. Sonuçta, burada da tiksindiğim kişiler var ama burada da kalıyorum. Benim için her yer bir cehennem: Gerizekalıların ve karacahillerin cehennemi. Bahsettiğim ümmiler değil, kendini okur ve yazar sananları kastediyorum. Yeryüzü’nde asal yalnızım.

10-    Onpunto.com, alternatif bir medya alanı yaratabilir mi?

İdi ama şu an hayır. Bunu yapamayacağını, aslında denemeyeceğini son birkaç ayda kanıtladı. Televizyon dizisi, cinsellik, futbol gibi en bilgi faşizmi konulardaki yazılar diğerlerini boğuyor. Biraraya gelmemesi gereken metinler yanyana duruyor. Ortalık kerhane mangalı gibi. Ancak, vurgulamak isterim: Hem gazete olarak, hem internet medyası olarak herşey yapılabilir durumda, istese onpunto da yapar. Altan’ın çıkacak olan Taraf’ına karşın, bugün Türkiye’de 500.000 tirajlık bir gazete okuru boş alanı var. İnsanlarda para da var. Becerememişlerin yaptıklarını yapmayıp, yapmadıklarını yaparsa, herhangi biri bunu becerir. Heykelde olduğu üzere, bir şeyin varlığı denli, yokluğu da görünür olabilir.


(15 Kasım 2007)

Onpunto’ya Veda

1 Nisan olsa, şaka sanacağım.

Yıllarca, matbu dergilerde başıma gelen, internette yine başıma geldi, yani internette daha önce de olmuştu.

Sıfırdan günlük 20.000-30.000 tiraja ulaş ve siteyi kapat.

Hiçbir açıklama yok. Bu, basın ve internet etiğine hiç mi hiç uymadı.

Nasıl olsa, gerçek durumu birkaç aya kalmaz öğreniriz. 2 kişinin bildiği şey sır değildir çünkü.

Üstelik siteden alacaklı da kaldım. Üstüne bir bardak soğuk su içeceğiz demek ki. Zaten alışığımdır teliflerimin ödenmemesine. Bir dans dergisine, bu işe para ve gönül koydukları için, sevinçle telifsiz yazı veririm, verdim de. Ancak, karşımdakiler zengin olunca, durum başka.

Onpunto’ya bildiğimiz yarış için gitmiştim. Son 3 ayda 3 kez belli derecelere girdim. Hiç olmazsa, bunu gördüm: Yaşlandık ama gençlerle yarışabiliyoruz.

Yazık oldu Yurtsan Bey’e... Gerçekten bu işe çok emek harcadı.

Güle güle Onpunto. Seni ironiyle anımsayacağım daima.


(9 Temmuz 2008)

Onpunto’ya Dürbss

Bugün Türkiye’nin 3 büyük blog sitesi var:

Blogcu günde 600.000, Milliyet Blog 50.000, Onpunto 30.000 okur çekiyor. (bakınız: Alexa)

Blogcu sırtını kalabalığa, Milliyet medyaya sırtını dayamış duruda. Onpunto ise sırtını ciddiyete dayamış durumda idi.

Ancak, sapmalar artık aşırı duruma geldi.

Bir: Futbol.

İki: Seks.

İkisi de faşizmin sacayakları.

Üç: Tavşana kaç, tazıya tut, tutumu. (‘Kırmızı köşe’ geyiği.)

En ciddi konu yazışılırken, dibinde gayet abuk sabuk konular yazıktırılmakta. O durumda, ne diyeceksem, ağzımda küfür durumuna dönüşüyor, siteye doğru.

Bakınca, ‘noluyoz lan, birileri bizi düdüklüyo mu?’ durumu oluşuyor.

Karar verin.

Ciddi misiniz, yoksa dağıtacak mısınız?

Ortada kalmayın.

Malumunuz: Ortadaki sandık...

Dağıtacaksanız: Gömün...

Ciddiyseniz: Dürbss...


(25 Ekim 2007)

Blogculuk 10: 250 Blogun Ardından

Bu, 250. blogum (birini yanlışlıkla sildim). Milliyet Blog’a katıldığım gün olan 16 Ağustos 2006’dan 250 gün sonrası, 24 Nisan 2007 ediyor. 250.000. tıklanmama 16 Mart 2007’de (211. günde), 300.000. tıklanmama 8 Nisan 2007’de (234. günde) eriştim. 250 gün, 250 blog, 250.000 tıklanma. Bu veriler ışığında, kullanılan süreyi bir değerlendireyim:

TASARIM

17 Ağustos 2006’da aşağıdaki başlıklarda, ayraç içindeki sayılar kadar makale yazmayı tasarlamıştım:

Bilim (100 = (5+5=)10x10)
Temel
Fizik, Jeoloji, Klimatoloji
Kimya
Biyoloji, Botanik, Zooloji, Tıp
Matematik, Geometri, Topoloji, Mantık
Teknoloji
İnsan
Tarih, Siyaset, Ekonomi, Haber
Hukuk
Ahlak
Din
Kültüroloji, Zihinbilim, Toplumbilim, Dilbilim
Sanat (100 = 10x10)
Estetik, Sanat Tarihi
Mimari
Heykel
Resim
Fotoğraf
Sinema
Müzik
Yazın
Tiyatro
Dans
Düşün (50 = 5x10)
Ontoloji
Fenomenoloji
Epistemoloji
Mantık
Diğer
= 250

Açıklama: Bir metin birden çok, kimi 3-4 başlığa dahil edilebilir. Örneğin ‘Boyut Fermuarı’, hem matematik, hem de fizik başlıklarına dahildi.

UYGULAMA

17 Haziran 2007’de aşağıdaki başlıklarda, ayraç içindeki sayılar kadar makale yazmış durumdayım:

Aşk / evlilik (psikoloji) (2)
Bilim (6)
Biyoloji (2)
Blog (internet < teknoloji) (9)
Danışmanlık (ekonomi, psikoloji) (3)
Dans (3)
Dilbilim (1)
Döviz / altın (ekonomi) (1)
Dünya kadınlar günü (tarih) (1)
Edebiyat / şiir (4)
Ekolojik yaşam (botanik, zooloji) (1)
Ekonomi / finans (2)
Felsefe (14)
Fotoğraf (3)
Gündelik yaşam (kültüroloji) (3)
Haber (tarih, siyaset) (38)
Heykel / seramik (2)
İnternet (teknoloji) (4)
İstanbul (kültüroloji) (1)
İş yaşamı / kariyer (ekonomi) (2)
Kadın modası (kültüroloji) (1)
Konut kredileri (ekonomi) (1)
Küresel ısınma (jeoloji) (1)
Matematik (4)
Mizah (blog < internet < teknoloji) (1)
Müzik (3)
Psikoloji (2)
Resim (1)
Sağlıklı yaşam (tıp) (1)
Sanat tarihi (estetik) (2)
Sinema (8)
Sivil toplum kuruluşları (siyaset) (1)
Siyaset (4)
Sosyoloji (7)
Tarım / hayvancılık (botanik / zooloji) (1)
Tarih (98)
Teknoloji (2)
Tıp (6)
Turizm (ekonomi, kültüroloji) (1)
Uzay (teknoloji, felsefe) (6)
= 250

Bilim (210) + Sanat (26) + Düşün (14) = 250

Açıklama: Bir metin birden çok başlığa katılabilir. Örneğin blog hakkındaki metinler, felsefe ve teknoloji (< internet < bilim) başlıklarına girebilir.

Sonuç: Bu ortama gelirken tasarladığım şey, 1 yıllık ve 250 parçalık bir projeydi ve bu tasarımın gerçekleştirilmesi, zamanından önce tamamlanmış oldu. Böylelikle internet ortamında, Türkçe’deki ilk ve tek ‘gelecekbilim kitapları dizisi’ yaratıldı ki 5 kitaplık (kuram, olgu, praksis, güncel, seçki) ve 600 sayfalık bir hacimden sözediliyor. Bundan sonra gelecek makaleler, yalnızca söylemimi pekiştirmek ve gündemden düşmemek için olacak. Güncel konular üzerinde izlek gitmek, tekrara düşmemek için uygun olacak.

Karamsar gerçekçiliğim bakidir. Örneklersek: 8 aydır, bu işle profesyonel olarak ilgilenmesi gereken özel ve tüzel kişilerden tek bir tepki almış değilim. Bunu bırakın, kendilerine ilettiğim metinlere de tepki vermediler. Ancak genelkurmay başkanı, kaos matematiği içeren konuşmalar yapmaya başladı.

Nice yıllara, pardon milenyumlara…


(14 Nisan 2007)

Blogculuk 9: Bloglarda Okumadığım Konular

Aslında okuduğum konuları saysam, daha kolay olur ama böyle olsun:

Futbol başta olmak üzere spor, burç, kariyer, aşk, cinsellik, aile, mizah, moda. Daha vardır da, ilk aklıma gelenler bunlar.

Neden bunları okumuyorum?

Öncelikle, sinirlenip tansiyonum yükseldiği için. Sonrasında, bunların bir insana herhangi pratik veya teorik bir katkıda bulunmayacağını düşündüğümden dolayı.

Beni asıl ilgilendiren yazılar, bilmediğim şeyleri bana öğreten, yeni bir bakış açısı kazandıran, bir de aşırı dürüst yazılar. Sonuncular için ayrıca, bu toplumda dürüstlüğün bedeli oldukça acı ödetildiği için, aynı zamanda yorum yazıp, bir usturmaça görevi üstlenmek için.

Blogculuk hakkında son zamanlarda yazılan yazıları çoğunluk okuyorum. Yazmak hakkında bu kadar farklı düşünceler olabilmesi bana acaip geliyor. Bunun nedenini, yazar arkadaşların az okumasına bağlıyorum, çünkü yazmak hakkında yazarlar çok açıkseçik izlekler bırakmıştır ki ‘100 oku, 10 yaz, 1 yayınlat’ bunlardan birisidir.

Okurken çok sinirlendiğim ve okumayı yarıda kestiğim yazılar da var. Bunlar, yazmayı ve yazarlığı, üstelik kendi kişiliklerinde, aşırı irtifa kaybına uğratanlar. Okumaktan ve yazmaktan korkulan, okuyanların ve yazanların aşağılandığı bir toplumda bunu yapmak, ancak ‘kapıkulluğu’ olarak nitelendirilebilir.

Buradaki 1.500 kişinin yazıyı ve blogu, Amerika’yı  yeniden keşif düzeyinde ele aldığını görüyorum. Yazmanın ‘sin qua non’ (olmazsa olmaz’ kurallarını bireyler tek tek değil, tüm yazarlık tarihi anonim olarak belirlemiştir ve öyle kolay kolay yeni şerh yazılmaz. Güneşin altında söylenmedik söz söyleyecek varsa, buyursun. Yoksa, bin yazıp, bir yayınlatsınlar.


(4 Nisan 2007)

Blogculuk 8: İstatistikler Ne Diyor?

Blogculuk tam moda oldu:

27 Mart 2007 günü saat 21:32 itibarıyla 1 günde:

“49.800 kez blog okunmuş,

10.088 çeşit blog okunmuş,

107 adet blog yazılmış.”

28 Mart 2007 günü saat 22:33 itibarıyla 1 günde:

“51.271 kez blog okunmuş,

10.347 çeşit blog okunmuş,

149 adet blog yazılmış.”

(Tam günlük (= 24 saatlık) ortalama için, bunların ortalamasını 1,1 ile çarpabiliriz.)

Toplam blog sayısı 20.000 civarında olmalı. Bu sayıya, buluşma (Ocak 2007 sonu) civarında 10.000 olan toplam blogun, görünen hızla haftada 1.000 tane arttığı varsayımıyla ulaşıldı. Her gün bunların yaklaşık yarısı okunuyor demektir. O yarısı da, en çok yazanların yazılarıdır demektir. Belirli bir konuyu özellikle arama, henüz burada geçerli değil ki bunu bir ara ana sayfaya konan arama sözcüklerinden anlayabiliyorduk.

Günde 150 blog yazılıp, 10.000 blogun okunması, gazete okuru eğilimlerine ters bir durum. Günlük yazar sayısı, 1.500 civarındaki yazarın ancak 10’da 1’i ki bu matbu gazetelerde ½ veya 1/3 oranında olur. Demek ki diğerlerini geçmiş günlere gidip okuyorlar. Demek ki okurlar her gün bloglara girmiyor. Girince de, (blog sayısı / blog çeşidi) 10 tane civarında yazı okuyor, bunların da 10’da 9’u eski yazılar. Normal gazete okuru, köşe yazarının önceki yazılarını pek okumaz. Bunun için bir sürü neden sıralanabilir ama en çok yazının güncelliğinin yitmesi kabul edilebilir ki Milliyet Blog’da güncel yazı sayısı göreli az olduğuna göre bu neden önemli olsa gerek. Sonuçta, okumam olalı beridirki 41 yıldır burçlarla ilgili aynı şeyler yazılıyor.

Sayfası en çok görüntülenen kişinin tıklanma sayısının limitte, toplamda bloglara giren kişi sayısı olabileceğini kabul edebiliriz ki bu şimdilik 1 milyon. Bu durumda, blog okurlarının bloga girme süresi ortalaması 150-200 gün arasında demektir. Ya da 50.000-60.000 civarında makale okuyan ciddi okur ve 940.000-950.000 arasında yazar sayfası tıklayan hercai okur var demektir.

Bloglara gelmeden önce de Yazar olanların sayısında ciddi bir ilerleme var. Bunun esbab-ı mucizesini merak ettim doğrusu. Okura ulaşamama, Türkiye’deki yazarların en ciddi sorunlarından birisidir, bu olabilir.

Blog yazarlarının, köşe kadılarına karşıki şansı şu: Köşe kadıları ortalama 25 yıldır yazdıkları için, hem blogcular kadar imla hatası yapmazlar, hem de aklına ilk gelen konuda yazıktırmazlar. Bu da blog okurlarını, biraz arabesk bir yaklaşımla, ‘ha, böylesini ben de yazabilirim, öyleyse onu okumayı sevebilirim’ biçiminde çekiyor olabilir.

Tabii, limitler var. Milliyet’in günlük tıklanma sayısı, Alexa’ya göre günde 2 milyon kişi civarında. En çok tıklanan yazarın buna ulaşması, 1 yıl veya daha çok süre alır. O zaman tam harita noktalanmış olacağa benzer.

İlk yaprak dökümleri de bu arada başladı. Böylelikle, yazmanın çoğu kişi için sağanak yağmur gibi sürekli olmayacağı da ortaya çıkmaya başladı.

Yazarların demografik dağılımına gelince: Eşcinsel, kriminal, vicdani retçi, uyuşturucu bağımlısı, evlilik dışı çocuk yapmış anne gibi toplumun gerçekten ayral (deviant) ve farklı düşünceli ve edimli kesimlerini buraya getirebilmek önemli. Demokrasi, 20 tane sazın çoğulluğu değil, 20 tane farklı çalgının orkestrasyonudur.


(26-28 Mart 2007)